Görebildiğim kadarıyla bir şeyin doğasının tartışılmasının o alanın araştırma kapsamına girdiği bir durum, felsefe dışında bir alanda yoktur; felsefenin öz-düşünümsel bir teorik araştırma alanı olduğunu öne sürüyorum.
Akıl, akılsalı kavrarken kendi kendisini düşünür. Çünkü onun kendisi konusuyla temas hâline girmek ve onu kavramak suretiyle akılsal olur. Öyle ki sonuçta akıl ve akılsal aynı şeydir.
(Aristoteles – Metafizik, Lambda, 1072b, çev. Ahmet Arslan)
Giriş: Felsefe Yapmaya Dair Bazı Örnekler
Partilere gitmekten nefret ederim; ya da en azından insanları tanımadığım partilere. Bunun sebebi genel bir mizantropi değildir. Bunun sebebi, insanlarla konuşurken konunun kişinin ne iş yaptığının sorulmasına gelmesinin neredeyse kaçınılmaz olduğudur. Ben de konuyu değiştiremediğim sürece felsefeci olduğumu itiraf etmek zorunda kalırım. Felsefeci olmaktan utandığımdan falan değil aslında, tam tersi. Daha ziyade, vereceğim bu cevap sonrasında ne geleceğini bildiğimden. Şanslıysam, karşımdaki kişinin felsefenin, filantropinin, psikolojinin, fizyolojinin ve benzer kelimelerin arasında ne fark vardı diye düşünmesine utanç verici bir sessizlik eşlik eder. Şanssızsam, sahiden de korktuğum soruyu sorarlar: felsefe nedir? Bu soru, nasıl cevap vermem gerektiğini bilmediğimden beridir korktuğum bir soru (En azından, soru sorana yanlış bir izlenim verebilecek bir gerçek bu). Şimdi bana öyle geliyor ki bir felsefe profesörü böyle bir durumdan pek menmun kalacakmış gibi durmuyor. Dürüst bir soru dürüst bir cevabı hak eder. Bu dersteki temanın büyük bir kısmı bu soruya bir yanıt verme teşebbüsü olacak.
Çoğu zaman felsefenin ne olduğunu açıklamanın en iyi yollarından biri onun ilgilendiği problemleri söylemektir (ki köşeye sıkıştırıldığımda ben de öyle yaparım). Örneğin, bilgisayar makinesi için birçok gelişme olmuştur bugün. Bazıları, prensipte, bu makinelerin insan bilişindeki aktivitelerden her birini gerçekleştirebileceğini düşünmüştür. Sahiden, bazıları daha da ileri giderek insanların da böyle birer makine olduğunu söylemiştir. Bu doğru mu? İkinci bir örnek: çoğu insan kürtaj yaptırmaya hakkı olduğunu düşünmüştür; birçok kişi ise kürtaj yaptıran bir kişiye engel olma hakkına sahip olduğunu. Kim haklı; ayrıca bahsettiğimiz bu haklar da ne anlama geliyor? Zamanın doğası birçok problemi de ortaya koyar: hiçbir şey değişmese zaman geçer mi, ya da hiç bilinçli bir varlık olmasaydı da zaman akar mıydı; ayrıca kendisi de bir geçişin ölçüsü olarak zaman, kendisi nasıl geçer? Son bir örnek daha yeterli olacaktır. Çoğu kişi demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu savunur ma çoğunluğun kimi istediğinin doğru karar olduğuna dair rasyonel sebep nedir? Mesela tıpla ilgili biri kararın çoğunluğa bırakılmasını istemeyiz, peki neden siyasi bir kararda buna izin veririz?
I. Felsefenin Doğası: Bir Tanım Arayışı
Bu örnekler felsefeye işaret ediyorlar [indicate] ama onun ne olduğunu belirlemiyorlar [specify]. Bunu yapmak için bir tanıma ihtiyacımız var. Bunun için Aristoteles’i takip ederek gerçek tanım ve isme yönelik tanım ayrımı yapmamız gerek. İsme yönelik tanımlar dille ilgilidir, bir kelimenin ya da cümlenin anlamını belirlerler. Standart örnek şudur: “bekâr”, uygun yaştaki evli olmayan kişi anlamına gelir. Buna karşıt olarak gerçek tanımlar ise dil ile ilgili değildir. Örneğin kimyasal elementlerin atom numaralarına göre tanımları gerçek tanımlardır. Buna göre altın, atom numarası 79 olan kimyasal elementtir. Dikkat edin bu “altın” kelimesinin anlamını tam olarak vermiyor bile, yani atom numarası düşünülmeden önce de belli bir anlamı olan bir kelimeydi altın. Öte yandan bu tanım, altının esas niteliklerini vererek onun karakteristiğini ortaya koyuyor.
Şimdi felsefenin tanımını ararken onun isme yönelik tanımını aramıyoruz. Felsefe kelimesinin ne anlama geldiği pek ilgimizi çekmiyor. Peşinde olduğumuz şey, bize felsefenin gerçekten ne olduğunu, onun doğasını belirleyecek olan gerçek tanımıdır.
İçerik Mi Yöntem Mi?
Birçok felsefeci felsefe tanımı önermiştir. Fakat sorun şudur ki, önerdikleri tanımlar birbirlerinden farklıdır. Tanım türlerinden bir tanesi gerekçesini o ya da bu, başka bir felsefi teoriden devşirir. Böylece, örneğin Platon felsefeyi İdeaların çalışılması olarak, Hegel ise Tin’in ilerlemesindeki belli bir safha olarak tanımlar. Bu tanımlardaki problem, temel aldıkları teorilerin yanlış olmasından kaynaklanmaz (ki yanlıştırlar, orası ayrı), bu problem daha ziyade bir branşın tanımının o branşın içinde var olan bir teoriyi varsaymasıdır. Maddenin spesifik bir kavramsallaştırmasını ele alan bir “fizik” tanımını kabul etmeyiz meselâ (ister parçacıklar olsun, ister dalgalar ya da Aristotelesçi elementler). Daha ziyade fizik, maddenin ne olduğunun günün sonunda ne olarak açığa çıkacağından bağımsız bir şekilde maddenin çalışıldığı alandır. Benzer şekilde felsefenin tanımı da teorilerden bağımsız olmalıdır.
Fizik gibi bazı disiplinler belirttiğim gibi ayırt edici konularıyla karakterize edilebilirler. Bazı felsefeciler felsefenin de aynı şekilde tanımlanabileceğini düşünmüşlerdir. Örneğin, zihin ve maddenin birbirlerinden tamamen farklı türler oldukları görüşü on sekizinci yüzyılda öne çıkmıştır. Bu ayrım birçok insana maddenin fizksel bilimlerin (doğa bilimlerinin) alanı olduğunu ve zihnin de felsefenin (ahlak bilimlerinin) alanı olduğunu düşündürmüştür. Böylelikle, felsefe de ayırıcı bir şekilde zihinsel olanın, yani beşeri olanın, çalışılması olarak tanımlanabilecektir. Böylece Mill, Auguste Comte ve Pozitivizm adlı eserinde felsefeyi insanın bilimsel olarak çalışılması olarak tanımlamıştır.
Bu tanımın şovenizmini bir kenara bıraksak bile eksiklikleri oldukça göz önündedir; görmek için çabaya ihtiyaç duyulmaz. Felsefe dışında insanı çalışan halihazırda birçok alan olmasının yanı sıra (sosyoloji ve psikoloji disiplinlerinin gösterdiği gibi), insanla hiçbir ilgisi olmayan birçok felsefe problemi de vardır. Bu, özellikle doğa bilimlerinin ortaya attığı kavramlardan ortaya çıkan felsefe problemleri için doğrudur, örneğin yukarıda da bahsettiğim zaman problemi gibi.
Felsefeyi ayırt edici konularıyla tanımlamak yerine bazı felsefeciler onu ayırt edici bir yönteme sahip oluşuyla tanımlamaya çalışmışlardır; tıpkı bazılarının bilimi “bilimsel yöntem” ile tanımlamaya çalışmaları gibi. Bu teşebbüs en yakın zamanda İngilizce konuşulan Anglosakson felsefe dünyasında ortaya çıkmıştır ve felsefenin “dilsel analiz” ile ilerlediğine dairdir. Bunun tam olarak ne anlama geldiğinin kendisi ise ayrı bir anlaşmazlık konusudur (Öyle ki, Russell, Carnap, Wittgenstein ve Austin gibi önde gelen isimleri için bile farklı anlamlara gelmektedir). Yine de özünde, merkezdeki düşünce felsefedeki problemlerin bir şekilde dilsel olduğu ve söylemin yapısının analizi ile bu problemlerin çözülebileceğidir.
Felsefe dilsel analizden birçok şey öğrenmiştir. Kesinlikle, meselelerin ne olduğu hakkında açık olmak felsefi soruşturmaların esas bölümünü oluşturur ve çoğunlukla hicvedilmiş olan “Ne demek istediğine göre değişir” cevabı birçok felsefi soruşturmaya başlarken zorunlu olarak atılması gereken ilk adımdır. Ama bu da en iyi haliyle bir ilk adımdır neticede. Dil hakkında bilgi, düşüncenin doğası, zaman veya yasal haklar hakkındaki büyük (ve dilsel açından temiz, anlaşılır) sorulara cevaplar sağlayamaz. Çoğu felsefecinin artık kabul edeceği gibi dilsel felsefe bu açıdan gerekli olan kaynakları sağlamakta yetersiz kalmıştır. Benzer şekilde Kıta’daki dilsel analiz formunun da (dekonstrüksiyon) bu konuda başarılı olacağına dair sebeplerimiz bulunmamaktadır. Tekrar ediyorum: dil hakkında sorular sorarsanız dil hakkında yanıtlar alırsınız. Dilin ne hakkında konuştuğu hakkındaki sorulara cevap arıyorsanız bunun hakkında sorular sormak zorundasınız.
Eleştiri Teorisi
Şimdiye dek ele aldığım felsefe tanımlarından, felsefeye dair pek az şey öğrendik. Şimdi, başka iki felsefe tanımını daha ele almak istiyorum; ki bunlar da yanlışlar ama yine de bu tanımlardan kişi birçok şey öğrenebilir. Bunlardan bazılarına ileride referans vermek üzere işaret edeceğim. Oldukça ilgi çekici bir tanım John Passmore tarafından Felsefe Ansiklopedisi’ndeki makalesinde önerilmiştir. Passmore felsefeyi, eleştirel tartışma teorisi olarak tanımlamıştır. Bununla kastettiği şey, felsefenin çeşitli pozisyonlar (bilimde, matematikte, dinde, ahlakta, politikada, sanatta ya da her neredeyse) için ortaya atılan akıl yürütmelerin analizi ve irdelenmesiyle ilgilenmesidir. Demek istediği şey felsefecilerin ilgilendiği şeyin Gödel’in Teoremi için ortaya atılan son kanıtlamanın doğru olup olmaması ya da sosyal adalet için ortaya atılan son argümanların tutarlı olup olmaması değildir. Daha ziyade kastettiği, felsefenin ilgilendiği şeyin çeşitli türden sonuçlar için önerilen çeşitli türden akıl yürütmelerdir; örneğin bunlar tam olarak nelerdir, nasıl işlev gösterirler ve iyi birer akıl yürütme mi yoksa değil midirler.
Passmore’un tanımı felsefenin çok önemli iki veçhesini ön plana çıkarır. Birincisi, felsefenin özünde eleştirel olduğudur [1]. Bu, felsefeyi dinden, siyasetten ve (T.S. Kuhncu anlamıyla) normal bilimden ayıran şeydir. Hiçbir şey dokunulmaz değildir; her şeye meydan okunabilir; bu şey ya kendini savunmak zorundadır ya da yenilmek. İkinci veçhe ise felsefenin diğer disiplinlerle simbiyotik bir ilişki kurmasıdır. Felsefe temel meselelerinin çoğunu fizik, psikoloji, hukuk, edebiyat vb. gibi diğer alanlardan alır. Karşılığında ise onlara yöntemleri, argüman kuralları ve temel inançları hakkında bir eleştiri sunarak bu konuların uzun vadeli gelişimini teşvik eder.
Bunlara rağmen bence Passmore’un tanımı doğru değil. Passmore’un tanımı felsefenin analitik diyebileceğimiz tarafını (eleştirel ve irdelemeci veçhelerini) hesaba katarken sentetik diyebileceğimiz yanını gözden kaçırıyor. Çünkü felsefe aynı zamanda fazlasıyla imgesel ve yaratıcı bir branştır [2]. Felsefeciler Batı tarihi boyunca en dahiyane ve önemli teorilerin bazılarını üretmişlerdir. Bazen bu teoriler, hak etsinler ya da hak etmesinler, tarih olmuşlardır. Daha da önemlisi, bazen bu teoriler diğer disiplinler tarafından alınıp bazı önemli gelişmeler için temel olarak kullanılmıştır. Böylece bilimde atomizm ve pozitivizm (hem davranışçılığın hem de Genel Görelilik Kuramı’nın ortaya çıkması için son derece önemli olmuşlardır) ilk kez felsefeciler tarafından geliştirilmiştir. Politikada Hobbes’un, Locke’un ve Marx’ın fikirleri politik sistemlerin temellerini oluşturmuştur. Sanatta 19. yüzyılın Romantik akımı, Rousseau, Coleridge ve diğerlerinin romantik felsefesine çok şey borçlu olmuştur. Ve liste bu şekilde uzatılabilir. Sahiden Passmore kendisi, Bulletin için verdiği yakın tarihli (16 Mayıs 1989) bir röportajda “şu anda kanıksadığımız neredeyse tüm fikirler felsefeden geliyor” demiştir. Passmore’un felsefe tanımı felsefenin bu bahsettiğim yaratıcı tarafına değinmiyor gibi gözükür.
Felsefe ve Batı Düşünce Tarihi
Felsefenin diğer bir aydınlatıcı ama yine de doğru olmayan bir açıklamasını anlamak için Batı düşüncesinin gelişimine bakmak zaruridir. Felsefenin, şu anda tanıdığımız neredeyse diğer tüm uzmanlaşan branşların kendisinin içinden çıktığı [3] çarpıcı bir olgudur; her biri, kendi araştırma alanının nesnesini inceleyecek uygun yöntemleri geliştirdikten sonra felsefeden ayrılmıştır. Milattan önce üçüncü yüzyılda felsefeden ayrılan ilk branş matematik olmuştur (Pisagor matematikçi olduğu kadar felsefeciydi de. Öklid öyle değildi). Astronomi ise, Ptolemaios ile birlikte, milattan sonra ikinci yüzyılda felsefeden ayrılmıştır. Fizik ve diğer doğabilimleri on yedinci yüzyılın başlarında (Galileo ve Descartes’ın zamanında), sosyoloji, psikoloji ve iktisat ise on dokuzuncu yüzyılda felsefeden ayrılmışlardır. Ve böyle de devam etmiştir. Şu anda felsefenin edebiyat kuramının doğmasına öncülük ettiğine tanıklık ediyoruz; ve daha başka hangi branşların çıkacağını varın siz tahmin edin (İlginçtir ki mantık, milattan önce üçüncü yüzyıldan itibaren o da felsefeden kopabilirdi, diğer disiplinlerle zaman zaman ittifak kurmasına rağmen felsefenin merkezinde olmaktan kopmamıştır. Bunun neden böyle olduğu hakkında bir spekülasyon yapmayayım).
Sanıyorum bu, acaba felsefe böyle gitgide başka disiplinlerin doğmasına ön ayak olarak bir noktada çözünecek mi sorusunu ortaya çıkarıyor. Bu denli optimistik bir görüş (ya da pesimist - buna nasıl baktığınız kim olduğunuza göre değişir tabii) zannımca temelsizdir. İnsan düşüncesi, yaratıcı ve düzensiz olmakla birlikte, kendisini böyle zorbalıkla alıkoyacak bir duruma izin verecek gibi gözükmemektedir; çünkü, belirttiğim gibi, felsefe ve özel bilimler arasındaki ilişki diyalektiktir; bu bilimlerin kendileri, geliştikçe yeni felsefi sorunlar üretirler.
Bunlar bir kenara, bu tarihsel bakış açısı başka bir felsefe tanımı daha önerir. Willim James, Felsefenin Bazı Problemleri kitabının 1. bölümünde, az önce belirttiğim gelişmeleri göz önüne alarak, felsefenin, yanıtlanmamış sorular birikintisi olduğunu söyler. James’in tanımı yanlıştır. Tamamen bilimsel olup da yanıtlanmamış birçok soru vardır; kuantum mekaniğinden, kozmolojiden, evrimsel teoriden, iktisattan birini seçebilirsiniz bunun için. Ayrıca, tamamen felsefi olan birçok soru da cevaplanmıştır, mesela, Tanrı’nın varlığına dair geleneksel Ontolojik Argümanın geçersiz olduğuna dair mutabık kılınmıştır. Yine de, James’in tanımının ruhu geçerli gibi gözükür: felsefi sorular, felsefeden daha da uzmanlaşmış olan branşların yöntemlerinin kapsamı alanının dışında kalan sorulardır [4].
Belki de bu bir tanım sağlar, ne dersiniz? Ne yazık ki hayır; çok basit bir sebepten ötürü: tanımlarla ilgili antik kaynakların da bize söylediği gibi, bir şeyin ne olmadığını söyleyerek o şeyi tanımlayamazsınız. Bir şeyi tanımlamak, o şeyin ne olduğunu söylemektir; bir şeyin ne olmadığına dair ne kadar şey söylerseniz söyleyin, bu o şeyi tanımlamayacaktır (Son derece açıktır ki altının demir olmadığını, bakır olmadığını, başka bir şey olmadığını, başka bir şey olmadığını… böyle bunları sıralayarak altının ne olduğunu tanımlayamam). Sahiden de felsefenin diğer (çoğu) teorik araştırma alanının ortaya çıkmasına ön ayak olması onu tanımlayacak temeli bize vermez; bu olgunun kendisi bile bir açıklama ister, zannedersem bu da felsefenin doğasıyla ilgili olacaktır.
III. Felsefenin Doğası: Öz-düşünümsel Olarak Felsefe
[…] Öncesinde, felsefenin çeşitli mutemel tanımlarını inceleyip, yetersiz oldukları sebebiyle reddetmiştim. Şimdi taze bir başlangıç yapalım. Birisi bir şeyi nasıl tanımlar? Standart yanıt, Platon kadar eskiye gider, kişinin genus ve differentia yöntemiyle ilerlemesi gerektiğidir. İlk önce bir şeyin ne türden bir şey olduğunu söyleriz (genusunu veririz); sonrasında da bu tür içinde nerede konumlandığını söyleyerek differentia’sını veririz, ki bu da onu aynı genustaki diğer türlerden ayıran şeydir. Şimdi bu şekilde ilerleyelim.
Epey açıkça, felsefe bir tür araştırma, daha da iyi söylersek teorik bir araştrma alanıdır. Ama felsefe salt olgu-toplamanın da ötesine geçtiğinden, birçok şey hakkında teoriler formüle eder ve değerlendirmeye alır. Fakat bu ne türden bir teorik araştırmadır? Bunu diğer araştırmalardan farklı kılan nedir? İşte sorulması gereken soru budur.
Buna verilebilecek bir cevaba dair anahtar gözümüzün önünden geçti aslında. Felsefenin doğasını tartışıyordum. Bunu yaparken, bizzat kendim felsefe yapıyordum zira felsefenin doğası meselesinin kendisi felsefi bir mesele. Bu noktada felsefe oldukça kendine has gözükecektir. Matematiğin doğası konusunun kendisi matematikle ilgili bir mesele değildir; aslında, felsefi bir meseledir. Tarihin doğası, tarihsel bir mesele değildir; o da felsefi bir meseledir. Görebildiğim kadarıyla bir şeyin doğasının tartışılmasının o alanın araştırma kapsamına girdiği bir durum, felsefe dışında bir alanda yoktur. Bu, öyleyse, felsefe alanı için öne süreceğim differentia’dır. Kendi doğasını araştırması kendi kapsam alanı içine giren araştırmaya öz-düşünümsel diyelim. Felsefenin öz-düşünümsel bir teorik araştırma alanı olduğunu öne sürüyorum.
Bana kalırsa bu tanımın yeterli olup olmadığı konusundaki asıl şüphe, öz-düşünümselliğin felsefe için esas bir nitelik olmasıyken temel bir nitelik olmamasından kaynaklanır. Örneğin, felsefenin öz-düşünümsel olduğu kabul edilebilir ama böyle olmasının sebebinin felsefenin tüm teorik araştırma alanlarının doğasını tartışan bir alan olmasının daha temel bir nitelik olduğu söylenerek bu fikre karşı çıkılabilir.
Gerçekten de felsefenin diğer tüm araştırma alanlarının doğasını çalıştığı söylenebilir, ki bundan şüphe duyarım (Örneğin, entomolojinin doğasının felsefi bir mesele olduğunu düşünmek epey zordur; hatta bunu bir mesele olarak düşünmek bile zordur). Yine de, bu eleştiriyle söylenmek isteneni anlarım: bir tanım bir şeyin yalnızca esas niteliğini değil, aynı zamanda, bir şekilde, temel esans niteliğini de ele alabilmelidir. Benim önerdiğim differentia ise pek de temel bir nitelikmiş gibi durmaz.
Bir differentia’nın temel olduğunu söylemek ne demektir? Atom numarası 79 olan element olarak tanımlanan altını tekrar düşünün. Atom numarasını iyi bir differentia yapan şey, bize o elementin asıl niteliğini vermesidir ki bu asıl nitelikten bu elementin diğer niteliklerini de çıkarsarız. Bir elementin atom numarasını bildik mi, ona uygun arkaplan teorisi verildiğinde, o elementin valansı gibi çeşitli kimyasal özelliklerini belirleyebiliriz; hatta kaynama noktası gibi birçok fiziksel özelliğini bile belirleyebiliriz. Şimdi bana öyle geliyor ki öz-düşünümsellik de bu anlamda felsefenin temel bir niteliğidir. Çünkü yalnızca bu temel nitelikten yola çıkarak, birinci bölümde kalın olarak yazdığım dört nitelik de dair olmak üzere, felsefeye dair diğer nitelikleri de saptayabiliriz. Şimdi bunu tartışacağım.
Farz edin ki bir araştırma alanı öz-düşünümsel olsun. Öyleyse bu araştırma öncesine dair elimizde bu alanın nesnesinin ne olduğuna dair bağımsız sabit yok demektir. Ama bu araştırma alanına dair böyle bir sabitimiz yoksa, o zaman onun ne temel varsayımlarına dair ne de özel yöntemlerine dair sabitimiz de yok demektir (Bir şeyin nasıl araştırılacağına dair uygun yöntemleri ancak o şey hakkında iyice fikir sahibi olduktan sonra bilebiliriz). Başka bir deyişle, öz-düşünümsel bir araştırma alanı, hem nesneleri hem de yöntemleri açısından, kendi kendini varoluşa getirmelidir. Fakat daha önce de gördüğümüz gibi [4] bu yalnızca felsefeye özgüdür. Diğer tüm araştırma alanları (bilim, tarih ya da antropoloji) ortak olarak paylaşılan varsayımların arkaplanına karşıt olarak ilerler, tam da o branş özel bir bilim olarak belirli bir şekilde kurulduğu için. Felsefe ise bu şekilde kurulmamıştır.
Dahası, felsefenin üzerinde bulunmayan doktrinal ve spesifik yöntemsel sınırlamalar, onun neden yaratıcı bir disiplin olduğunu da açıklar: felsefede herhangi bir hipotez ciddi bir şekilde ortaya konabilir [2]. Aksi olarak, dizginlenemeyen spekülasyonları kontrol etmenin tek yolu da eleştiri olduğundan (ki bu özel bir yöntem değildir ama tüm araştırma biçimlerinde ortaktır), bu durum felsefenin eleştirel veçhelerinin neden bu kadar iyi geliştiğini de açıklar [1]. Son olarak, şimdi diğer disiplinlerin neden felsefeden çıktığı da anlaşılır [3]. Felsefi araştırmadan ortaya çıkacak bir şey de bir alanı araştırmak için gereken temel varsayımlar ve uygun yöntemlerdir (bunlar ne de olsa bir yerlerden gelmek zorundadırlar). Bunlar bulunduğunda ise yeni bir branş kurarlar ve bu da kendisini felsefeden ayırır.
Böylece felsefenin öz-düşünümsel doğasının felsefenin belli başlı bazı özelliklerini açıkladığını görüyoruz: özel bir yönteme ve varsayımlara sahip olmamasını, yaratıcılığını, eleştirel doğasını ve tarihsel verimliliğini. Böylelikle öz-düşünümselliği felsefenin temel bir niteliği olarak ele almak da pek makul görünüyor. Bu, felsefeyi öz-düşünümsel araştırma alanı olarak tanımlamayı da haklı çıkarıyor.
Sonuç: Örneklerin Önemi
Tüm bunlar söylendikten sonra, bir nokta kalıyor ki o da bu tanımın hangi soruların felsefi olup olmadığını belirlemede kullanışsız olduğudur. Bunu kabul ederim. Bunun bir tanım için asıl koşul olduğunu düşünenler olsa da bu düşünce hatalıdır. Hakikatin, gerçeklikle örtüşme gibi bir tanımı (ki uygun bir şekilde ayrıntılı hale getirildiğinde kusursuz bir şekilde doğru olabilir), benzer şekilde bir şeyin hakikat olup olmadığını belirleme noktasında kullanışsızdır. Ve altının atom numarasının 79 olduğu tanımı da bir şeyin altın olup olmadığını belirlemede pek kullanışlı değildir; bilinen pratik testler çok daha kullanışlıdır. Bir şeyin felsefi bir soru olup olmadığını bilmek istiyorsanız, o soruyu göz önüne alırken felsefe yapıp yapmadığınıza bakmaktan daha iyi bir yol yoktur (Bu deneyim oldukça hata götürmezdir). Ve bunu öğrenmenin tek yolu da bunu örneklerle yapıp alışmaktır. Tam da bu yüzden, birine felsefenin ne olduğunu anlatmanın en iyi yolu ona felsefeden örnekler vermektir. O yüzden, belki de partilerde böyle yapmaya devam ederim.
Aristoteles’in alıntısıyla başladığım metni yine aynı alıntıyla tamamlıyorum:
Akıl, akılsalı kavrarken kendi kendisini düşünür. Çünkü onun kendisi konusuyla temas hâline girmek ve onu kavramak suretiyle akılsal olur. Öyle ki sonuçta akıl ve akılsal aynı şeydir.
Bu alıntıyı bilenler Aristoteles’in burada Tanrı’dan bahsettiğini de bilirler. Bence Aristoteles yanılıyor. Zira Aristoteles, aslında felsefeyi tarif ediyor.
*Bu metin, Graham Priest'in 1989 tarihli Queensland Üniversitesi'nde ders olarak verdiği "The Nature Of Philosophy and Its Place In The University" başlıklı konuşmasının I. ve III. bölümlerinin çevirisidir.
Yorumlar ()