Sydney Shoemaker'ın "Time Without Change" Makalesinin Bir Eleştirisi

Shoemaker, makalesine felsefe tarihinde yaygın bir kabulü ele alarak başlar: Zamanın varlığı, değişimi zorunlu kılar. Aristoteles’ten McTaggart’a kadar pek çok düşünür, herhangi bir değişim olmadan zamanın düşünülemeyeceğini savunmuştur. Ancak yazar, bu görüşün sorgulanabilir olduğunu öne sürer.

Shoemaker, makalesine felsefe tarihinde yaygın bir kabulü ele alarak başlar: Zamanın varlığı, değişimi zorunlu kılar. Aristoteles’ten Hume’a ve McTaggart’a kadar pek çok düşünür, herhangi bir değişim olmadan zamanın düşünülemeyeceğini savunmuştur. Buna göre bir evrende hiçbir şey değişmiyorsa, orada zaman da işlemiyor demektir. Ancak Shoemaker, bu görüşün sorgulanabilir olduğunu öne sürer.

Öncelikle o, “değişim” kavramının farklı anlamlarını birbirinden ayırır. Örneğin McTaggart’ın ünlü “zamanın A-serisi” argümanındaki gibi, her şeyin sürekli olarak “gelecekten şimdiki zamana, oradan da geçmişe” kayması bir tür değişim olarak kabul edilebilir. Ama bu tür bir “saf akış”, ona göre gerçek bir değişim değildir. Shoemaker, ilgisini fiziksel ve gözlemlenebilir özelliklerdeki değişime yöneltir: renk, şekil, hareket, büyüme, çürüme gibi. Bu çerçevede tartışma şuna indirgenir: Bir evrende, hiçbir şeyin değişmediği bir zaman aralığı olabilir mi?

Aristoteles, zamanı ölçmemizin her zaman değişime dayandığını vurgulamıştı. Biz saatlere bakar, gökyüzündeki hareketleri gözlemler veya kendi bilinç durumlarımızdaki akışı hissederek zamanı ölçeriz. Öyleyse, zamanın değişim olmadan düşünülemeyeceği iddiası güçlü görünür. Aksi halde, bir süre boyunca hiçbir şeyin değişmediğini farz ettiğimizde, bu sürenin var olduğunu nasıl bilebiliriz? Shoemaker bu sorunun farkındadır, fakat cevabını bir düşünce deneyiyle geliştirir.

Bu noktada makalenin en çarpıcı kısmı gelir: “donma” (freeze) deneysel dünyası. Shoemaker, üç bölgeden oluşan bir evren hayal eder. Bu bölgelerden herhangi birinde belli aralıklarla “yerel donmalar” yaşanır; her türlü hareket, fiziksel süreç, hatta biyolojik işleyiş tamamen durur. Bir yıl süren bu donma sırasında, o bölgeye dışarıdan bakanlar hiçbir değişim görmez; donma sona erdiğinde ise her şey tam donma öncesindeki haliyle devam eder. Örneğin, donma öncesi çekilmiş bira köpüklü kalır, yumurta tazeliğini yitirmez, vs. Donma sırasında içeride olan insanlar ise zamanın geçtiğini fark etmezler; cümlelerinin ortasında durmuş gibi, hayatlarına aynen kaldıkları yerden devam ederler.

Bu hayali dünyada donmalar düzenli aralıklarla olur. Shoemaker, matematiksel düzenlemelerle (örneğin her 3, 4 ve 5 yılda bir tekrarlanan donmalar) bu bölgelerin kimi zaman aynı anda donacağını, dolayısıyla evrenin tamamında bir “total freeze” yaşanacağını gösterir. Böyle bir durumda, evrende bir yıl boyunca hiçbir değişim olmayacaktır. Fakat yine de insanlar, donmaların düzenini gözlemleyerek bu toplam donmaların gerçekleştiğini hesaplayabilir. Yani değişim olmadan geçen bir zamanı, dolaylı yoldan kavrayabilirler.

Burada itirazlar devreye girer. “Hiçbir değişim olmadan zaman nasıl ilerler? Donma nasıl biter? İlk değişim nereden gelir?” Shoemaker, bu soruları kabul eder ama yeni bir kavram önerir: nedenselliğin “zamansal mesafe” üzerinden işleyebileceği bir dünya düşünmek. Yani bir olay, doğrudan komşu anlarla bağlantılı olmak zorunda olmaksızın, bir yıl sonra gerçekleşecek değişimi başlatabilir. Bizim evrenimizde alışık olmadığımız bu tür bir nedensellik, hayali evrende zamanın donup sonra yeniden akmasını mümkün kılar. Böylece “değişimsiz zaman” en azından mantıksal olarak mümkün hale gelir.

Shoemaker’ın vardığı sonuç şudur: Bizim dünyamızda fizik yasaları gereği her an bir şeyler değişiyor olsa da, bu mantıksal bir zorunluluk değildir. Teorik olarak, hiçbir değişimin olmadığı ama yine de zamanın geçtiği aralıklar tasarlanabilir. Bu da, Aristoteles’ten beri kabul edilen “zaman zorunlu olarak değişim gerektirir” fikrine güçlü bir meydan okumadır.

Son bölümde Shoemaker, bunun epistemolojik sonuçlarını tartışır. Eğer değişimsiz aralıklar mümkünse, “ya geçmişte milyarlarca yıl süren donmalar olduysa?” gibi bir kuşkuculuk doğabilir. Ancak o, bu ihtimalin teorik olarak mümkün olmasına rağmen, bizim dünyamız için en basit ve en tutarlı açıklamanın böyle aralıkların olmadığı yönünde olduğunu söyler. Dolayısıyla şüpheciliğe kapılmak için bir neden yoktur.

Kısaca özetlersek, Shoemaker, zamanın mutlaka değişimle birlikte var olduğu fikrine karşı çıkar. Bir düşünce deneyiyle, evrenin belli dönemlerde tamamen donduğunu ama yine de zamanın geçtiğini tasarlar. Bu sayede, “zaman, değişimi zorunlu kılar” görüşünün aslında mantıksal bir zorunluluk değil, sadece bizim evrenimize özgü bir fiziksel olgu olduğunu savunur.

Ancak Shoemaker’ın “değişimsiz zaman” fikri, zamanın ne olduğuna dair köklü bir anlatıyı görmezden gelir: Zaman bizatihi değişimle var olur. Eğer hiçbir şey değişmiyorsa, geriye kalan “zaman” kavramı yalnızca boş bir adlandırmadan ibarettir. Aristoteles’in “zaman, hareketin sayısıdır” sözü, yalnızca tarihsel bir referans değil, aynı zamanda kavramsal bir uyarıdır. Zamanı değişimden ayırmak, kavramın içkinliğini parçalamaktır. Bu noktada “total freeze” düşüncesi, Shoemaker’ın öne sürdüğü gibi bir “zamanın değişimsiz akışı” değil, zamanın kendisinin durması anlamına gelir. Yani zamansallık ortadan kalkmamış değil, askıya alınmıştır.

Bergson’un işaret ettiği gibi, zaman yalnızca olayların sıralanışı değildir. Olayların ardışıklığı değişimsiz de tasavvur edilebilir; fakat bu durumda geriye kalan şey, “yaşanan süre” olmaktan çıkar. Zamanın özü, Bergson’un durée kavramında olduğu gibi, sürekli bir oluş ve farklılaşmadır. Eğer süre deneyimlenemiyorsa, geriye kalan yalnızca dilsel bir formülasyondur. Zaman, olayların dizilişi değildir; zaman, akıştır ve bu akışın askıya alındığı yerde, “zaman”dan söz etmek, kendi kavramını ortadan kaldırmaktır.

Shoemaker’ın varsaydığı total freeze’de hiçbir değişim yoktur. Değişim yoksa, A-teorisine göre hiçbir “şimdi”nin başka bir “şimdi”ye dönüşmesi de söz konusu olamaz. Oysa “donmanın bir yıl sürdüğünü” söylemek, zaten bir öncenin “şimdi” olmaktan çıktığını, bir yenisinin “şimdi”ye dönüştüğünü varsaymaktır. Burada paradoks açıktır: “değişimsiz zaman” düşüncesi, kendi ifadesi içinde bir değişim varsaymadan kurulamaz. Donmanın “sürmesi” bile, değişimin varlığını önceden kabul etmeyi gerektirir.

Bununla birlikte, donmanın bitmesi için önerilen “zamansal mesafeden nedensellik” fikri, daha büyük bir çelişki yaratır. Çünkü dünyamızda nedensellik hep süreklilik içinde işler; bir hareket, hemen öncesindeki durumdan çıkar. Eğer bir yıl boyunca hiçbir şey olmamışsa, değişimin yeniden başlaması için bir neden de yoktur. Nedensellik zincirinin tamamen askıya alındığı bir yerde, “değişimin yeniden başlaması” ancak iki ihtimalle mümkün olabilir: ya nedensiz bir mucize ya da dışsal bir zaman akışı. Ama dışsal zaman akışı Shoemaker’ın reddettiği bir kavramdır; mucize ise felsefi bir açıklama değil, kavramsal bir çaresizliktir. Dolayısıyla donma yeniden başlayamaz; eğer başlıyorsa, zaten o sırada görünmez bir değişim vardır. Bu da total freeze’i imkânsız kılar.

Dahası, Shoemaker’ın McTaggart’ı reddedişi de aynı ölçüde sorunludur. Geleceğin şimdiye, şimdinin geçmişe dönüşmesi, A-teorisi açısından zamanın özünü oluşturur. Eğer total freeze boyunca gelecek yine gelecek olarak kalıyor, şimdi yine şimdi olarak sürüyorsa, o hâlde McTaggartçı anlamda sürekli bir geçiş zaten vardır. Shoemaker’ın senaryosu, “donmanın bitmesi” dediği şeyin gelecekteki bir “bitme”nin şimdileşmesi olduğunu gizler. Yani değişimsiz zaman mümkün değildir; çünkü en azından McTaggartçı anlamda sürekli bir geçiş sürmektedir ve bu geçiş, zamanın ta kendisidir. Burada epistemolojik açıdan da sorun büyüktür ve görece aynı probleme dayanır. Zamanı ölçebilmemiz, kullandığımız araçlarla değişimi kaydedilebilir olmamıza dayanır: saatler, gök cisimlerinin devinimi, zihinsel durumlarımızın akışı… Eğer tüm değişimler askıya alınmışsa, geriye kalan süreyi neyle ölçebiliriz? Ya direkt zaman yok demeliyiz ya da Shoemaker’ın yaptığı gibi doğrulanamayan bir önerme sunmalıyız. Newton-Smith’in de işaret ettiği gibi, “total freeze” senaryosu tam da bu yüzden kendi doğrulama koşullarından yoksundur. Böyle bir aralığın var olduğunu ne gözlemleyebiliriz ne de test edebiliriz. “Vardı” demek, dilin içi boş bir kullanımına indirgenmiş olur. Bu tarz argümantasyonlara zihin felsefesinde de sık sık karşılaşırız. Aslında bunlar, sonuca ulaşmak için ehemmiyeti olan teoriler olsa da bunların birçoğu bizi meselenin anlayışını kavrama konusunda geriye iten bazı paradoksları içerir.

Fenomenolojik açıdan bakıldığında sorun daha da belirginleşir. Zira fenomenolojiye göre zaman yalnızca fiziksel bir değişim değil, bilinçte yaşanan bir sürekliliktir de. Eğer bilinç de donuyorsa, bu aralık özne tarafından hiç deneyimlenmez. Deneyimlenmeyen bir zamanı “vardı” diye kabul etmek, felsefi olarak problemli bir iddiadır. Eğer bilinç donmuyorsa, öznel deneyim zaten akmaya devam eder. İnsan deneyimi bu noktada gözardı edilmiştir. Dolayısıyla az önce de değindiğimiz sonuca tekrar varırız, her iki durumda da Shoemaker’ın “değişimsiz zaman”ı kendi içinde çelişki üretir: ya deneyim yoktur ve zaman da yoktur; ya da deneyim vardır ve değişim de sürmektedir.

Burada Bergsoncu pozitif argüman tekrar önem kazanabilir. Zaman, mekân gibi bölünebilir parçalar hâlinde değil, niteliksel bir akış olarak vardır. Bu akışın durduğunu söylemek, süreyi uzamlaştırmak, yani onu niceliksel bir şey gibi hayal etmektir. Oysa süre nicelik değil, nitel farklılıkların akışıdır: bir melodinin notaları gibi, her an bir öncekinden farklıdır. Eğer bu farklılık askıya alınıyorsa, melodinin kendisi yok olur. Yani değişimsiz zaman, melodisiz bir melodi gibidir, adetâ kendi kavramıyla çelişen bir boşluk... Zamanın var olması, zorunlu olarak değişimin var olmasını gerektirir.

Son tahlilde, Shoemaker’ın önerisi güçlü bir meydan okuma gibi görünse de açımlayarak okunduğunda epistemolojik, kavramsal ve fenomenolojik açıdan zayıftır. Zamanı değişimden ayırmaya çalışırken aslında zamanın kendisini de ortadan kaldırır. Bu da aslında demek istediği anlatıyı hatalı kılan yan olmuştur. Bu yüzden argüman, cazip bir hipotez değil, kategorik bir hata olarak kalır. Zamanın gerçekliği yalnızca fiziksel süreçlerin ötesinde değil; deneyimde, bilinçte, tarihte ve varoluşun çoğulluğu içinde anlamlıdır. Shoemaker’ın hayali dünyası, bu çoğulluğu açıklamaktan çok, onu askıya alan bir kurgudan öteye gidememiştir.

Sonuç olarak, zamanı açıklarken bilimin kültürel tahakkümünü korumak değil; bunun ancak felsefenin çok katmanlı kavrayışıyla mümkün olabileceğini hatırlatmak gerekir. Zaman ölçülen değil; dönüşen, hissedilen ve yaşanan bir akıştır. Bu nedenle “değişimsiz zaman”, varoluşsal hiçbir içerik taşımayan, içi boş bir soyutlamadan ibarettir.

KAYNAKÇA

Newton-Smith, W. (2019) The structure of Time. London: Routledge & Kegan Paul.
Shoemaker, S. (1969). Time Without Change. The Journal of Philosophy, 66(12), 363–381. https://doi.org/10.2307/2023892