Hobbesçu Devletten Postmodern Gözetim Toplumuna

İnsanların tabi oldukları devletin kökenleri nelerdir? Güvenlik uğruna özgürlüğü feda etmek gerçekten bir zorunluluk mudur? Devletsiz bir yaşam, Hobbes’un ünlü sözündeki gibi gerçekten “iğrenç, vahşi ve kısa” mıdır? Öyleyse, bugünün dünyasında tanık olduğumuz vahşet neyin göstergesidir?

Siyasal düşünce tarihi boyunca devletin ortaya çıkışı, süregiden bir tartışma konusu olmuştur. Kimi düşünürler bu tartışmayı, kesin bir sonuca varılamadığı için çıkmaz bir tartışma olarak görürken; kimileri de bu temel sorunun, insanın neden kendi öznel varlığını bir bakıma birkaç kişiye devreden bir otoriteyi meşrulaştırdığını anlamamıza katkı sunduğunu savunur.

İnsanların tabi oldukları devletin kökenleri nelerdir? Güvenlik uğruna özgürlüğü feda etmek gerçekten bir zorunluluk mudur? Devletsiz bir yaşam, Hobbes’un ünlü sözündeki gibi gerçekten “iğrenç, vahşi ve kısa” mıdır? Öyleyse, bugünün dünyasında tanık olduğumuz vahşet neyin göstergesidir?

Bu makale, devlet kavramının köklerini, başlıca kuramcıların görüşlerinden başlayarak insan davranışını şekillendiren, etkileyen ve ona müdahale eden çağdaş pratiklere kadar incelemektedir.

Hobbes’un Varsayımı: Doğa, Korku ve Egemenlik

Homo homini lupus. “İnsan insanın kurdudur”. Hobbes’un bu meşhur sözü, insan doğasının çıkar uğruna birbirini yok etmeye eğilimli olduğunu savunur; bu da “herkesin herkesle savaşı” anlamına gelir (Hobbes, Leviathan, Bölüm XIII). Hobbes’a göre insan doğası, o kadar bencil ve yıkıcıdır ki insanlar güvenli bir toplumsal yaşam karşılığında bu doğalarından kısmen vazgeçmek zorunda kalırlar. Ölüm korkusu sürdükçe, insanlar farklı çıkış yolları aramaya devam ederler.

Ayrıca denebilir ki Hobbes, insanın doğası gereği bencil ve zalim olduğuna dair metafizik bir ön kabulü benimser ve argümanını bunun üzerine kurar. Bununla birlikte, onun insan doğasını sürekli olarak olumsuz, hatta kötücül bir biçimde resmetme eğilimi de sorgulanmalıdır. Gerçekten de insan doğası bu kadar kalıcı biçimde sert ve acımasız mıdır?Bu sorular çeşitli öncüller altında çözümlenebilir. Hobbes şöyle yazar: “Dünya...maddeseldir; gerçek olan her şey cisimdir, cisim olmayan hiçbir şey yoktur” (Latince: omne corpus est res) (Hobbes, De Corpore, Kısım I). Bu ifade, onun hem algısal hem siyasal düzlemde yalnızca maddi gerçekliğe inandığını gösterir. Dolayısıyla argümanını, hareket hâlindeki nesnelerin maddi alanına yoğunlaştırır. Hareket kavramı burada önemlidir; Hobbes, Leviathan’da bu kavrama özellikle vurgu yapar. Şöyle der: “Doğa, insanları beden ve zihin bakımından öyle eşit yaratmıştır ki, aralarındaki fark, birinin diğerine üstünlük taslayabileceği kadar büyük değildir...Bu kabiliyet eşitliğinden, amaçlarımıza ulaşma umudunda bir eşitlik doğar. Dolayısıyla, iki insan aynı şeyi arzuladığında, birbirlerine düşman olurlar” (Hobbes, Leviathan, Bölüm XIII).Doğa durumu, bireyler arasındaki farkları törpüler; arzuların nesneleri nötrleşir; fakat bu durum, çatışmayı da beraberinde getirir. Hobbes’un “doğa durumu”, insan doğasının bu sürekliliğini göz önünde bulundurarak bitmek bilmeyen bir savaş hâlini doğurur. Sonuçta Hobbes şu sonuca varır: “İnsanı barışa yönelten tutkular ölüm korkusu, rahat bir yaşam için gerekli şeyleri arzulama ve bu şeyleri emeğiyle elde etme umududur” (Hobbes, Leviathan, Bölüm XIV). Buradaki çıkarım açıktır: İnsanları bir araya getirecek, toplumsallaştıracak ve doğa durumunun vahşetinden kurtaracak bir mekanizma olmalıdır. Hobbes’un yücelttiği bu mekanizma, mutlak güce sahip olan devlettir. Devlet, toplumu kendi yasalarına tabi kılarak düzen sağlar.

Leviathan: Mekanik Devlet Bedeni

Hobbes, bu yapıyı Leviathan olarak adlandırır. Bu beden, insanlardan oluşur; bir kral figüründe somutlaşır ve devletin bizzat kendisini temsil eder. Mekanik bir yapı olarak Leviathan, kamusal sözleşmeyi ruh, kamu kurumlarını uzuvlar, yasaları ise sinirler olarak kurgular. “Sanat sayesinde yaratılan bu büyük Leviathan, yani devlet (Latince: civitas), aslında yapay bir insandır; doğal insandan daha büyük ve güçlüdür, çünkü onun amacı doğal insanı korumaktır. Bu yapay insanın ruhu egemenliktir; tüm bedene yaşam ve hareket kazandırır” (Hobbes, Leviathan, Giriş).Leviathan, bireylerin belirli özgürlüklerinden vazgeçip güvenli bir yaşam karşılığında egemenliğe boyun eğdiği toplumsal bir sözleşmedir. Güvenliğin bedeli, düzenin devamıdır. Dolayısıyla Leviathan, egemen gücü —siyasal anlamda öznenin bütünlüğünü zorlama yoluyla etkileyen bir güç biçimi— temsil eder. Basitçe söylemek gerekirse, egemen güç “yaşamasına izin ver, ölmesine hükmet” ilkesiyle tanımlanabilir: Devlet, korku yoluyla itaat ettirir; ölüm korkusu, yasaya uyumun temeli hâline gelir.

Egemenliğin Dönüşümü: Devletten Gözetim Toplumuna

Bu teori, devletin ortaya çıkışını anlamada önemli bir içgörü sunsa da, günümüzde devletin amacı başlangıçtaki anlamından sapmıştır. Teorik olarak devlet, özgürlük karşılığında güvenliği sağlamalıdır. Ancak artık “halk için devlet” anlayışı yerini “devlet için halk” anlayışına bırakmıştır.

Toplumsal sözleşmeden doğan bir kurum olarak devlet, başlangıçta bireylerin temel gereksinimlerini karşılamayı hedeflerdi. Bugünse teknolojik gelişmelerle birlikte egemenliğin biçimi dönüşmüş; iktidar artık bedensel zorlama yerine psikolojik müdahaleyle işler hâle gelmiştir. Basit bir ifadeyle, devlete ait kurumlar ve düzenlemelere tabi olan insanlar artık bir “amaç” değil, devletin gücünü sürdüren bir “araç” hâline gelmişlerdir.

Zuboff ve Gözetim Mantığı

Bu noktada Shoshana Zuboff’tan bahsetmek gerekir. Zuboff, modern devletin dönüşümünü anlamak için gözetim mantığının öznesel yapıyı nasıl şekillendirdiğini incelemiştir (Zuboff, The Age of Surveillance Capitalism, 94–135). Teknolojik bir mantık olarak gözetim, Hobbes’un tanımladığı kaba egemenlik biçiminin ötesine geçer. Güç, artık kullanıcıların verilerini işleme ve öngörücü sinyalleri değerlendirme yoluyla işler. Zuboff’un “davranışsal artık” [behavioral surplus] adını verdiği kavram, kullanıcıların davranışlarından elde edilen fazla verinin, kontrol etmek ve içsel değer çıkarmak amacıyla sömürülmesi anlamına gelir. Bu süreçte bireyin eylemleri yalnızca metalaşmaz; aynı zamanda kâr ve büyüme hedefi doğrultusunda şekillendirilir. Bu koşullar altında, insanın psikolojik durumu, mekanizmaların işleyişine göre ayarlanır ve sömürülür. Zuboff, bu süreci “psikopolitik müdahale” olarak adlandırır — yani siyaseti ve insan psikolojisini iç içe ele alan bir müdahale biçimi. Eskinin kral tebaası artık birkaç şirketin yönettiği sosyal medya platformlarının kullanıcılarıdır. Deleuze’ün kavramıyla birey artık bir “özne” değil, bir “bölünmüş varlık”tır [dividual]; bir bütün olarak değil, parçalara ayrılmış veri birimleri olarak var olur.

Sayılarla Kurulan Yeni Egemenlik

Bu yeni paradigmanın kapsamı çok daha geniştir. Günümüz gözetim mekanizmaları, yaşamın her alanını kuşatır. Yaşam, çeşitli alanlarda oluşturulan “yapay oranlarla” kontrol edilir; insanlar bu oranlara uymaya zorlanır. Uymayanlar dışlanır, uyanlar ise görünüşte ödüllendirilir — fakat bu ödül kısa vadede teşvik, uzun vadede özneleşmedir.

Sayılar, sınırları belirleyen yapay göstergelerdir. Her sayısal değişken, insan psikolojisine nüfuz eden bir kalibrasyon aracıdır. Birey, kararlarını bu kalibrasyon oranlarına göre ayarlar. Böylece iktidar dışsal bir baskı değil, içselleştirilmiş bir denetim biçimine dönüşür.

Örneğin bir kişinin kredi notu, onun ekonomik faaliyet alanını belirler. Yine bir başkası, sağlık sigortası limitleri nedeniyle acil durumda yardım alıp alamayacağını sayısal verilere göre düşünür. Bu durumda sayılar, bireylerin hem zorunlulukla itaat ettiği hem de farkında olmadan yeniden ürettiği bir yeni egemenlik biçimi oluşturur.

Sonuç: Gücün Yeni Sahibi Kim?

Devletin kökleri, başlangıçta güvenlik, sözleşme ve barış gibi ortak iyilik ilkelerine dayanıyordu. Leviathan, halkın yararına kurulmuştu; güç, halk için bir araçtı. Başlangıçta halk, egemenliğin bedenini oluşturuyordu. Ancak bugün, David Hume’un paradoksunu hatırlatırcasına, insanlar artık kendi kurdukları yapının altında eziliyor. Zuboff’un tanımladığı post-endüstriyel gözetim toplumunda, güç artık halkın değil, birkaç algoritmayı yöneten azınlığın elindedir. Bu güç, baskıdan değil yapay rızadan beslenir; ekonomik arzuları yönlendirir, kitleleri gönüllü itaat yoluyla yönetir.

Dolayısıyla şu soru güncelliğini korur: Bugün gücü elinde tutan kimdir?

Kaynakça

Hobbes, Thomas. Leviathan. Editör Richard Tuck. Cambridge: Cambridge University Press, 1991. 

Hobbes, Thomas. De Corpore. Londra, 1655.

Zuboff, Shoshana. The Age of Surveillance Capitalism. New York: PublicAffairs, 2019.

Foucault, Michel. Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Çevirmen Alan Sheridan. New York: Vintage Books, 1977. 

Deleuze, Gilles. “Postscript on the Societies of Control.” October 59 (1992): 3–7.