Bu metnin ana amacı öz-bilgi felsefesini kısaca tanıtmak, bu alandaki yükselen yaklaşımlardan biri olan güçlü çıkarımsalcılığın en önemli yanlarını Cassam ve Carruthers'ın ilgili metinlerinden hareketle açıklamak ve bu yaklaşımın açıklandığı kadarıyla neden savunulamaz olduğunu göstermektir.
Özet
Bu metnin ana amacı öz-bilgi felsefesini kısaca tanıtmak, bu alandaki yükselen yaklaşımlardan biri olan güçlü çıkarımsalcılığın en önemli yanlarını Quassim Cassam ve Peter Carruthers'ın ilgili metinlerinden hareketle açıklamak ve bu yaklaşımın açıklandığı kadarıyla neden savunulamaz olduğunu göstermektir[1].
1. Giriş
“Öz-bilgi” (self-knowledge) kavramı standart olarak kişinin kendi zihinsel durumlarına (mental states) ilişkin bilgisini ifade etmektedir. Zihinsel durumlar ise inançlar, arzular, hisler ve daha fazlasını içine almaktadır. Örneğin, “Fransa’nın başkentinin Paris olduğuna inanıyorum” ve “Örümceklerden korkuyorum” tümceleri kişinin kendi zihinsel durumlarına ilişkin bilgisini ifade etmektedir. Eğer kişi düzgün işleyen bilişsel yetilere sahipse ve gerekli kavramlara sahipse söz konusu inanç ve hisse çeşitli yöntemler, örneğin “kişinin şu anda veya belki de çok kısa bir süre önce sahip olduğu zihinsel durumlarını öğrenmek için kullandığı bir araç” (Schwitzgebel, 2019) olan içe bakış (introspection) yoluyla ulaşarak onları kendine atfedebilir. Bu yeti sayesinde güncel veya çok yakın bir geçmişteki zihinsel durumlarını aktif bir şekilde ayırt edebilir, kavramsallaştırabilir ve kendine atfedebilir.
Konuyla ilişkili sorunlardan biri, öz-bilgi filozoflarının, yaygın olarak, kişinin bu türden atıfları epistemik anlamda özel bir yolla yaptığını düşünmesidir. İçe bakış öznelerin zihinsel durumlarına direkt olarak erişmesini sağlıyor gibi gözüktüğü için onlar da içe bakışla edinilen öz-bilginin diğer türden bilgilerden, örneğin dış dünyanın bilgisinden farklı olarak yanlışlanamaz ve apaçık olduğunu varsaymaya meyillidir. Buradan hareketle, ayrıcalıklı erişim (privileged access) düşüncesi ortaya çıkmıştır. Buna göre, özel durumlar haricinde, normal koşullarda, kişinin kendi zihinsel durumlarına ilişkin yanlış bir iddiada bulunması ve bu iddialarda bulunurken kanıta ihtiyaç duyması neredeyse hiçbir zaman gerekli değildir. Bir diğer deyişle, kişinin içe bakış yoluyla edindiği bilgi en yüksek düzeyde güvenilirlik taşımakta ve zihinsel durumlar hiçbir türden kanıta, örneğin davranışsal kanıta başvurarak çıkarım (inference) yapılmasını gerektirmeyecek şekilde özneye kendilerini sunmaktadır.
Sorun şu ki, artık çok az filozof bu kavramı böyle güçlü bir şekilde benimsemektedir. Zira ayrıcalıklı erişim düşüncesinin iki önemli sorunla yüzleşmektedir:
Öz-bilgi, normal durumlarda dahi, her zaman,
- Dolaysız bir biçimde mi elde edilir?
- Yanlışlanamaz mıdır?
Birincisi, eğer öznenin hangi zihinsel durum içerisinde olduğunu öğrenmek için kanıta ihtiyaç duyduğu durumlar söz konusu olabiliyorsa ilk sorunun cevabı hayırdır. İkincisi, eğer kişinin sahip olduğu zihinsel duruma yönelik yanlış bir yargı vermesi söz konusu olabiliyorsa ikinci sorunun da cevabı hayırdır. Sorun şu ki, her iki koşulda bahsedilen durumlar da yaygın bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, azınlık bir gruba dahil olan bir özneyle tartışan bir özne düşünelim. Tartışan özne tartışma esnasında öfkeli gözüktüğünün farkındadır, ama diğer özneye onun azınlık statüsünden ötürü öfkeli olduğunu reddetmekte ve o sırada başka türden hisler içerisinde bulunduğunu iddia etmektedir. Çünkü kendisini bütün insanlığın eşit olduğu düşüncesine sahip biri olarak algılamaktadır ve dolayısıyla öfkeli gözükmesinin bir şey ifade etmediğini söylemektedir. Bir süre sonra, tartışan öznenin bir arkadaşı, ona, ne zaman söz konusu azınlık gruptan bahsedilse onun öfkeli gözüktüğünü söyler. İkili bu konuya kafa yorar ve tartışan özne, aslında gerçekten de diğer özneye, onun azınlık statüsü hakkındaki stereotiplerden ötürü öfkeli olduğunu, bu hissi gözden kaçırdığını, hatta başka bir hisle karıştırdığını sonunda fark eder.
Bu örnek göstermektedir ki, ayrıcalıklı erişim düşüncesinin iddialarının aksine, kişi içinde bulunduğu zihinsel durumun farkına varmak için kanıta ihtiyaç duyabilmekte ve bu duruma ilişkin yanlış bir inanca sahip olabilmektedir. Özne, kendi zihnine bir tür erişime sahip olsa da, zihinsel durumlarını doğru bir şekilde değerlendiremeyebilmektedir. Zira öz-bilgi hatadan muaf değildir. Ayrıcalıklı
erişim düşüncesiyse, bırakın öznenin kendi zihnine erişimini açıklamayı, bu erişimin varlığının sorgulanmasına yol açmaktadır. Zira kişinin içe bakış sayesinde güncel veya çok yakın bir geçmişteki zihinsel durumlarını ayırt edebilmesi, kavramsallaştırabilmesi ve kendine atfedebileceği bariz gibi gözükse de artık ne yanlışlanamazlık ne de dolaysızlık düşüncesi tartışılmaz kabul edilmektedir.
Bu durumun iki içerimi bulunmaktadır:
- İçe bakışın öznelerin zihinsel durumlarına sağladığı erişim kısıtlıdır.
Zira bu erişimin var olması, onun daima en yüksek düzeyde etkili olduğunu ve sınırsız bir kapasiteyle çalıştığını göstermemektedir. Öznelerin bilişsel kapasitesini sınırlayan veya özneyi yanıltan pek çok etken söz konusudur. Örneğin, öz-yanıltma (self-deception). Yani, ırkçı özne örneğindeki gibi, kişinin, kanıtlar onun bir inanç veya tutumunu sarstığı zaman kendini durumun böyle olmadığına inandırması. Bir diğer örnek de bilinçdışı zihinsel durumlar. Kişinin farkında olmadığı zihinsel durumlar, “[içe bakış] bu zihinsel süreçlere ulaşan direkt bir hat sağlayamadığı için” (Wilson & Dunn, 2004: 493) çoğunlukla erişilemez durumdadır. Bunlar gibi, öznenin zihnine erişimini zora sokan veya özneyi yanıltan daha pek çok örnek saymak mümkündür. Sonuç olarak, denilebilir ki, kişi, kendi zihinsel durumları hakkında kolayca bilgi edinmeyi bırakın, bazen bazı durumlarda kendi zihnine erişime sahip bile olmayabilir.
- Birden fazla öz-bilgi edinme yöntemi vardır.
Kişi kendi zihinsel durumlarına çoklukla sınırsız bir erişime sahip olmadığı için bu durumlarda içe bakış öz-bilgi edinmek için yetersiz kalmaktadır. Bu tür durumlarda, yukarıda bahsedilen faktörler, ırkçı özne örneğinde olduğu gibi, kişinin kendi zihinsel durumlarını çaba göstermeden fark etmesini engelleyebilmektedir. Bundan ötürü kişinin bilişsel bir başarı göstererek bir çıkarım yapması, yani çeşitli ipuçlarından yola çıkarak yapılan bir akıl yürütme sonucunda bir açıklamaya varması ve böylece kendisi hakkında bilgi edinmesi gerekebilmektedir. Ancak böyle durumlar istisna değil, yaygın bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak, böyle durumların üstüne eğilmek ve çıkarımı bir öz-bilgi edinme yöntemi olarak ele almak gerekmektedir.
Bir sonraki bölümde çıkarımı bir bilgi edinme yöntemi sayan yaklaşım olan çıkarımsalcılıktan (inferentialism) kısaca bahsedilecek, ardından bu yaklaşımı en uç noktaya iten Quassim Cassam ve Peter Carruthers'ın güçlü çıkarımsalcılığı tanıtılacaktır. Sonrasında bu yaklaşıma karşı üç karşı argüman tanıtılarak metin sona erdirilecektir.
2. Çıkarımsalcılık
Giriş bölümünün de gösterdiği üzere, çeşitli sebeplerle ayrıcalıklı erişim düşüncesinin savunulamaması ve içe bakışın erişim alanının sınırlı olması başka bir öz-bilgi edinme yöntemi olarak çıkarıma alan tanımaktadır. Dolayısıyla özneler, bazı durumlarda, mevcut ipuçlarının öncül olarak kullanıldığı ve bir sonuca ulaşıldığı bir akıl yürütme sonucunda, yani çıkarım yaparak, dolaylı bir şekilde öz-bilgi edinmekte veya edinmek durumunda kalmaktadır.
Krista Lawlor (2009)’un arzunun öz-bilgisi bağlamında Katherine adında genç bir anneden bahsederek verdiği örnek bu yaklaşımı açıklamak için kullanılabilir. Katherine, oğlunun beşiğinin yanı başında durur ve uyumasını seyrederken birdenbire annenin zihninde “Bir daha yap” şeklinde bir cümle belirir. Bu cümleyle sarsılan Katherine anlam veremediği hislerle sarılır. Sahip olduğu zihinsel durumun ne olduğunu anlamak için söz konusu cümle, onu saran hisler, zihninde beliren bazı görüntüler, işitsel hayaller, oğlunun küçük giysileri ve daha pek çok şeyi dikkate alır. Nihayetinde bütün bu ipuçlarından yararlanarak ve onları öncül olarak kullanarak bir açıklamaya varır. Şu şekilde bir öz-atıf yapar: “İkinci çocuğu istiyorum.” Katherine vardığı sonuçtan tatmin olmuştur.
Bu örneğin gösterdiği üzere, çıkarım meşru öz-bilgi edinme yöntemlerinden biridir ve bu süreçte önemli bir yere sahiptir. Dahası, çıkarımı her zaman kullanmak için öznenin önünde bir engel yoktur. Çıkarım, öznenin öz-bilgi edinmek için çaba sarf etmiyor gibi gözüktüğü yerde bile kullanılarak bütün öz-bilgi edinme süreçlerine aracılık edebilir. Dolayısıyla, çıkarım, bütün öz-bilgi edinme süreçlerine uyarlanabilir gibi gözükmektedir.
Mesele şu ki, çıkarımın bütün öz-bilgi edinme süreçlerine uyarlanabilir gibi gözüktüğünü söylemekle çıkarımın tek meşru öz-bilgi edinme yöntemi olduğunu söylemek arasında büyük bir fark vardır. Cassam ve Carruthers ikincisini yapmaktadır. Öz-bilginin yanlışlanamaz olmadığı ve sıklıkla çıkarım yapmayı gerektirdiği kabul edilse bile onlar daha da ileri giderek içe bakışı elimine etmeye çalışmakta ve kişinin kendi zihinsel durumlarına ilişkin bilgisinin başkalarının zihinsel durumlarına ilişkin bilgisi, yani diğer-bilgi (other-knowledge) kadar yorumlayıcı olduğunu iddia etmektedir. Öz-bilgi edinirken sadece öznenin erişimine açık türden verilerin bulunması da, onlara göre, hiçbir şey değiştirmemektedir. Diğer-bilginin durumunda, örneğin diğer öznenin yüz ifadesi, duruşu, ses tonu ve dahası ipucu olarak kullanılıp bir açıklamaya varılırken öz-bilginin durumunda bunlara hisler, düşünceler, duygular ve dahası da eklenmesine rağmen, nasıl özne başkasının zihinsel durumlarına ilişkin bilgi edinirken bu sürece çıkarım aracılık ediyorsa kendisinin zihinsel durumlarına ilişkin bilgi edinirken de bu sürece çıkarım aracılık etmektedir.
Bu yaklaşıma karşı içe bakışı öne sürmek de çözüm olmamaktadır. Zira bu iki filozof, yaklaşımlarını düşüncelerin kavranışını da dahil edecek şekilde genişletmektedir. Onlara göre, kişi, kendi düşüncelerini kavramak için onların anlamlarını çıkarsamak durumundadır. Dolayısıyla, içe bakışsal yargılar bile, bu yargıları kavramak çıkarım yapmayı gerektirdiği için, çıkarımsal hale gelmektedir. Cassam “güya ‘sıradan’ öz-bilgi bile … en azından üstü kapalı bir biçimde çıkarımsaldır” (Cassam, 2014: 136) sonucuna ulaşmaktadır. Bir diğer deyişle, edindiği bilgiyi çıkarsadığının farkında olmasa bile bu bilgi çıkarımsal olabilir. Carruthers da “[kişinin] önermesel tutumlara ilişkin bütün bilgisinden sorumlu olan tek bir zihinsel yeti (‘zihin okuma’ yetisi) var, bu düşünceler ister kişiye ister başkasına ait olsun” (Carruthers, 2011a: 2) iddiasını savunmaktadır. Yani kişinin bütün tutumlara erişimi doğası gereği yorumsaldır.
Şimdi Cassam ve Carruthers’ın yaklaşımları sırayla tanıtılacak.
2.1 Cassam’ın Güçlü Çıkarımsalcılığı
Cassam (2014)’ın güçlü çıkarımsalcılığını ortaya atarken motivasyonu, “Vanilyalı dondurma istiyorum” gibi daha sıradan (mundane) öz-bilgi örnekleriyle mesai harcayan ve daha önemli örneklere dikkatini yöneltmeyen öz-bilgi filozoflarına karşı temel öz-bilgi (substantial self-knowledge örneklerini kullanarak çıkarımın önemini göstermek ve gerçekçi bir öz-bilgi felsefesi perspektifi oluşturmaktır. Ona göre, temel öz-bilgi, birinin karakterinin bilgisi, değerlerinin bilgisi, yeteneklerinin bilgisi, uzmanlıklarının bilgisi, tutumlarının nedeninin bilgisi, duygularının bilgisi, nelerden mutlu olduğunun bilgisi gibi örneklerden oluşmaktadır. Temel öz-bilgi çıkarımla elde edildiği ve öz-bilgi genel olarak bu türden öz-bilgi örneklerini mesele edindiği için Cassam, öz-bilginin genel olarak çıkarımla elde edildiğini savunmaktadır.
Ardından, Cassam, temel öz-bilginin karakteristik birkaç özelliğini saymaktadır:
-
Yanlışlanabilirlik Koşulu: Temel öz-bilgi hatadan muaf değildir.
-
Engel Koşulu: Temel öz-bilginin edinilmesini engelleyen çeşitli etkenler olabilir. Örneğin, ilk bölümde sayılan etkenler.
-
Kendilik Algısı Koşulu: Temel öz-bilgi, kişinin kendilik algısıyla uyuşmadığı için kişi bu bilgiye inanmakta zorlanabilir.
-
Sınama Koşulu: Temel öz-bilgi daima sınanabilir.
-
Düzeltilebilirlik Koşulu: Temel öz-bilgi daima düzeltilmeye açıktır.
-
-meli/-malı Koşulu: Temel öz-bilgi, kişi bir zihinsel duruma sahip olmalı mı, olmamalı mı sorusunu cevaplayarak edinilmez.
-
Kanıt Koşulu: Temel öz-bilgi kanıta dayalıdır.
-
Bilişsel Çaba Koşulu: Temel öz-bilgi edinmek için kişi bilişsel bir çaba göstermelidir.
-
Dolaylılık Koşulu: Temel öz-bilgi ne psikolojik ne de epistemolojik olarak dolaysızdır. Çünkü temel öz-bilginin gerekçelendirmesi, kişinin eylemleri hakkındaki diğer önermelere inanma konusunda gerekçelendirilmiş olmasına bağlıdır. Örneğin, cömert olduğuna inanan biri, cömert davrandığına, durumu olmayan insanları umursadığına vs. de inanmalı ve inanmak için gerekçelendirilmiş olmalıdır.
-
Değer Koşulu: Temel öz-bilgi pratik ve ahlâki bakımdan öneme sahip olmalı, bir fark yaratmalıdır.
Cassam’a göre, bu koşullar sıradan öz-bilgiyle temel öz-bilgi arasındaki farkı gözler önüne sermektedir. Ancak, bu öz-bilgi türleri arasında katı bir fark değil de bir derece farkı olduğunu da belirtmektedir. Sıradan öz-bilgi örnekleri de bu koşullardan bazılarına uyabilmektedir. Dolayısıyla, bir öz-bilgi örneği ne kadar koşula uyuyorsa o kadar temel sayılmaktadır. Bu da Cassam'ın çoğu öz-bilgi örneği için çıkarımın tek meşru öz-bilgi edinme yöntemi olduğu düşüncesini desteklemektedir. Ancak, Cassam bir adım daha ileri gitmekte ve bu düşünceyi her türden öz-bilgi için savunmaktadır. Ona göre, çıkarım tek meşru öz-bilgi edinme yöntemidir. Bu düşünceyi savunmak için Cassam (2014: 124) Paul Boghossian’ın öz-bilginin kaynağına dair trilemmasını araç olarak kullanır. Bu trilemmaya göre öz bilgi,
-
Çıkarım veya akıl yürütmeye dayanır.
-
İç gözleme dayanır.
-
Hiçbir şeye dayanmaz.
Öz-bilgi hiçbir şeye dayanmıyor olamaz. Çıkarımın meşru bir öz-bilgi edinme yöntemi olduğu gerçeği bu seçeneği elemektedir. Ancak ikinci seçenek de, Cassam'a göre, sorunludur. Bu bağlamda iç gözlem, yani algının bir türü olarak anlaşılan içe bakışın, kişinin zihinsel nesnelerinin algısal olarak farkında olmasını ve bu sayede çıkarımsal-olmayan bir şekilde öz-bilgi edinmesini sağladığı iddia edilmektedir. Sorun şu ki, Cassam, “[önermesel] tutumlar [propositional attitudes] ilişkisel ve ilişkisel olmayan özelliklere ilişkin içe bakışsal olarak mevcut bilgiler temelinde ‘seçilip alınmayı’ bekleyen ‘nesneler’ değildir” (Cassam, 2014: 131) demektedir. Dolayısıyla zihinsel durumlar ancak onların diğer zihinsel durumlarla olan ilişkisini betimleyerek betimlenebilir. Bir diğer deyişle, zihinsel durumları tanılamanın tek yolu onların sebep olduğu eğilimsel (dispositional) özellikleri göz önüne almaktadır. Literatüree eğilimcilik (dispositionalism) olarak geçen bu düşünceye göre, “[birinin] gerçekten P’ye inanıp inanmadığı, yeri geldiğinde P’yi düşünmeye meyilli olup olmamasına, P doğru gibi davranıp davranmamasına ve P’yi akıl yürütürken öncül olarak kullanıp kullanmamasına bağlıdır” (Cassam, 2014: 127). Yani zihinsel durumlar ancak onların diğer zihinsel durumlarla olan ilişkisini betimleyerek betimlenebilir.
Cassam, bu çerçevede, kişinin zihinsel durumlarına ilişkin bilgi edinirken daima Lawlor'un örneğindeki Katherine gibi davranışsal kanıt, yargılar, iç ses ve hisler gibi mevcut kanıtlardan yola çıkarak bir yargıya varmak durumunda olduğunu savunmaktadır. Böylece içe bakışı elemekte ve çıkarımın tek öz-bilgi edinme yöntemi olduğunu, dolayısıyla birinin zihinsel durumlarına ilişkin bilgisinin başkalarının zihinsel durumlarına ilişkin bilgisi kadar yorumsal olduğunu iddia etmektedir.
2.2 Carruthers’ın Yorumsal Duyusal-Erişim Kuramı
Carruthers (2011b)’ın güçlü çıkarımsalcılığı, ortaya attığı Yorumsal Duyusal-Erişim teorisine (the Interpretive Sensory-Access theory) dayanmaktadır. Bu kuramın üç tezi bulunmaktadır.
“a) [kişinin] önermesel tutum atıflarının temelini oluşturan tek bir zihinsel yeti (‘zihin okuma’ [mindreading] yetisi) var, bu atıflar ister [kişiye] ister başkasına olsun;
b) bu yeti kendi alanına sadece duyusal bir erişime sahip;
c) onun kişinin [tutumlarına] erişimi apaçık olmaktan çok yorumsal” (Carruthers, 2011b: 1-2).
İlk olarak, a) öz-bilgi ve diğer-bilginin kaynağı olarak zihin okuma yetisini göstermektedir. b) ise kişinin kendine veya başka birine atıf yapabilmesi için zihin okuma yetisinin duyusal durumları (sensory states), yani algısal (perceptual) ve imgesel (imagistic) durumları kullanmak durumunda olduğunu belirtmektedir. Duyusal durumlar “algının -propriyosepsiyon ve interosepsiyon dahil- bütün türlerine ek olarak görsel ve diğer türlerdeki imajları kapsamaktadır” (Carruthers, 2011b: 1). Son olarak, (c) zihin okuma yetisinin, atıf yapmak için erişimindeki algısal ve imgesel durumları mevcut ipuçlarından yola çıkarak yoruma tabi tuttuğu anlamına gelmektedir. Carruthers’a göre bunun iki istisnası vardır, (i) “[Duyusal-olarak-gömülü] yargılar” (Carruthers, 2011b: 2) ve (ii) “[ağlama-bağlı sayılabilecek] arzu-gibi ve duygu-gibi durumlar” (Ibid.). (i) yargı belirten bir deneyime göndermede bulunmaktadır. Örneğin, bir hayvanı ayı olarak görmek veya birinin Galatasaray’ı tutuyorum dediğini duymak. (ii) ise bir obje veya olaya yönelen, o anda kendini gösteren ve zamana yayılmayan afektif bir duruma göndermede bulunmaktadır.
Bu iki istisna haricinde, kişinin yaptığı bütün atıflar yorumsal bir nitelik taşımaktadır. Bazı duyusal durumlar sadece öznenin erişimine açık olsa bile, bu duyumlara anlam atfetmek yorumlamayı gerektirdiği için öznenin onlar üzerine yargıları yorumsal bir karaktere sahip olmak durumundadır. Örneğin, zihin okuma yetisi düşüncelere aracılık eden iç ses epizodlarının işitsel imgesini yoruma tabi tuttuğu için içe bakışsal denen yargılar bile Carruthers’a göre aslında yorumsal bir niteliğe sahiptir. Carruthers (2009: 125) “[her] konuşma, ister kişinin ister başkasının konuşması, anlaşılmadan önce yorumlanmaya ihtiyaç duyar” iddasında bulunmaktadır, ki Cassam (2014: 164) da bu sözü onaylamaktadır.
Carruthers’ın bu iddiayı destekleyen düşüncelerinden biri de öznenin kendi düşünce ve düşünce süreçlerinin ona bile çoğunlukla, deyim yerindeyse, opak bir nitelik taşımasıdır. Zira zihin okuma yetisi, erişimindeki duyusal durumları kişinin davranış biçimi, birtakım nesnelerin konumları ve kişinin görsel imgeleri gib davranışsal, bağlamsal ve duyusal ipuçları yoluyla yorumlamak durumundadır. Böylelikle bu yeti bir öz-atıf yapabilmektedir. Aynısı diğer insanların düşünce ve düşünce süreçlerinin bilgisi için de geçerlidir. Kişi diğer insanların davranış ve konuşmalarını kavramak için aynı yorumlama sürecinden geçmektedir. Bu nedenle, öz veya diğer-atıf, kişi aynı türden çıkarım sürecinden geçmektedir. Kişinin duyusal durumlarına erişimi böyle bir süreçten geçmese de bu durumlara, kendi düşünceleri dahil, anlam kazandırmak için yorumlamaya başvurmak durumundadır.
Carruthers düşüncelerini bilimsel bir çerçeveye oturmak için bazı bilimsel yaklaşımlardan da faydalanmaktadır. Küresel çalışma alanı kuramı (the global workspace theory) bunlardan biridir. Bernard Baars (1988)’ın ortaya attığı bu kuramın ana amacı, beyindeki süreçlerde bilinçli ve bilinçdışı olayların rolünü açıklamaktır. Bir diğer deyişle, kuram “çoğunlukla bilinçdışı, dağıtık, paralel ve devasa bir kapasitedeki bir sinir sisteminden akan, bütünleşik ve çok sınırlı bir bilinç akışı nasıl belirir” (Baars, B. J., Geld, N., & Kozma, R., 2021: 2) sorusunu sormaktadır. Bu kuramın cevabı, duyusal sistemlerin beraberinde getirdiği temsillerin beyindeki ilişkili kısımlarda bilinçdışı olarak işlem gördüğü, zihin okuma yetisi gibi kavramsal sistemlerin bu temsilleri kavramsallaştırıp onlardan çıkarım türettiği ve sonra, çıktıların hafıza sistemlerine, motivasyonel sistemlere, karar-verme sistemlerine ve dahasına yayıldığıdır. Global olarak yayılan her olay bilinç akışını inşa etmek için bütünleşik bir yapı kazanır.
Sonuç olarak, kişi, örneğin, sadece birinin elinde vücudunun bir parçasına uyar gibi gözüken bir nesne tuttuğunu değil, ayaklarından birini kaplamak için çorap giydiğini de görür. Buna paralel olarak, zihin okuma yetisi, ilişkili kavramlara erişime sahip olduğu sürece, algısal durumlara dayanarak öz veya diğer-atıfta bulunabilir. Carruthers buradan hareketle “[çorap giyen] birinin görsel temsilinin girdisine sahip zihin okuma yetisi [BEN ÇORAP GİYEN BİR İNSAN GÖRÜYORUM] yargısını kurabilmelidir” (Carruthers, 2011b: 51) der. Bu aynı zamanda beyindeki bilinçdışı süreçlerin bütünleşik ve bilinç akışını oluşturan bilinçli olaylara yol açtığını göstermektedir. Bu sırada, zihin okuma yetisi, erişimindeki görsel ve imgesel temsilleri kullanıp kişi gerekli kavram setine sahip olduğu sürece yukarıdaki yargı gibi yargılar oluşturarak kişiye veya başka insanlara zihinsel durumlar atfetmektedir.
Zihin okuma yetisi çalışan hafıza sistemiyle (the working memory system) de işbirliği içerisindedir. Algısal durumların küresel yayılmasına neden olan mekanizmalar çalışan hafızanın da temelini atmakta ve küresel çalışma alanının erişimindeki data ve kaynakların onun da erişiminde olmasını sağlamaktadır. Bu ikinci sistem imgesel temsilleri üretip sürdürmektedir. Zihnin yetileri, özellikle zihin okuma bu temsilleri kullanmaktadır. Bunun yanı sıra, küresel çalışma alanı ve çalışan hafıza arasındaki ilişki onların yakından ilişkili olduğunu da ima eder. Bu doğrudur, zira “çalışan hafıza, prefrontal korteksteki yönetici bileşen ile beyindeki ilişkili türden algısal temsilleri normalde üreten bölgeler arasındaki etkileşimler yoluyla çalışır” (Carruthers, 2011b: 56). Bu imgenin algıyla aynı modalitede yer aldığını ve aynı mekanizmaları paylaştığını göstermektedir. Ancak ikisi aynı şekilde kısıtlanmamıştır. Çalışan hafızanın bir seferde işleyebileceği enformasyon, küresel yayılmanın aksine, şimdi veya çok yakın geçmişle sınırlıdır. Ek olarak, küresel çalışma alanının kaynağı dikkattir. Dikkat de sınırlı olsa da, kişiye, çalışan hafızanın sağlayabileceğinden çok daha fazla algısal içerik sağlayabilmektedir.
Üçüncü olarak, Carruthers kişinin tutumları kendine veya başkasına atfedebilmesini sağlayan tek bir yeti bulunduğu iddiasını savunmak için Sosyal Zeka hipotezini ortaya atmaktadır. Carruthers bu yetinin dışa-odaklı (outward-focused) olduğunu varsaymaktadır. Zira kişinin dahil olduğu gruptaki insanların zihinsel durumlarını, örneğin nelere inandığını, neleri arzu ettiğini, nelerden korktuğunu ve dahasını onların konuşmaları, davranışları ve üçüncü şahıs bakış açısına açık diğer türden algısal verileri kullanarak kavrayabilmesi onun sosyal yaşamını başarılı bir şekilde sürdürmesini daha olası kılacaktır. Öyleyse, karmaşık bir organizasyona sahip ve akışkan sosyal çevrelerde yaşayan canlıların bütün öznelere zihinsel durum atfetmeye, onların davranışlarını ön görmeye ve bu davranışların kaynağını anlamaya yarayan bir yeti geliştirmesini beklemek gayet makuldür. Bir diğer deyişle, insanlar seçilimsel olarak bu yetinin gelişimini durumlara yoğun olarak maruz kalmaktadır ve bu yeti, onlara hayati avantajlar sağlamaktadır.
Bu iddialardan hareketle Carruthers, içe bakışın ancak farkındalık düzeyinde mümkün olduğu, ancak duyusal durumlar zihin okuma yetisi tarafından işlendiği için çıktı düzeyinde içe bakışın varlığının olası olmadığı ve hem öz hem de diğer-atfın aynı yeti, yani zihin okuma yetisi tarafından gerçekleştirildiği sonucuna varmaktadır. Dolayısıyla çıkarım haricinde bir öz-bilgi edinme yöntemi bulunmamaktadır. Bu bakış açısının gerektirdiği sonuç ise kişinin kendi zihinsel durumlarına ilişkin bilgisinin başkalarının zihinsel durumlarına ilişkin bilgisi kadar yorumsal olduğudur.
3. Karşı Argümanlar
Carruthers’ın bahsettiği duyusal-olarak-gömülü yargıları hatırlamak önemli. Bu yargılar, ona göre, yoruma tabi olmayan iki yargı türünden biriydi. Ancak, böyle yargılar oluşturmanın mümkün olması Carruthers’ın güçlü çıkarımsalcılığında bir iç gerilime de sebep oluyor. Zira eğer yoruma tabi olmayan yargılar varsa çıkarım yapmadan kavranabilecek yargılar da var demektir. Bu durumda içe bakışın veya çıkarımsal olmayan diğer öz-bilgi yöntemlerinin meşruiyetine itiraz etmenin anlamı yok. Çünkü onlar da yoruma tabi değil.
Bu eleştiriye karşı olası bir manevra, Cassam’ın yaptığı gibi, her yargının yoruma tabi olduğunu, hiçbir istisna olmadığını söylemektir. Ancak bu da epistemolojide sonsuz gerileme (epistemic regress) problemi olarak geçen probleme yol açmaktadır. Zira özne, bilinçli düşüncelerini kavramak için onlara eşlik eden mevcut ipuçlarını değerlendirirken, değerlendirdiği bu ipuçlarını kavramak için onlara eşlik eden ipuçlarını da değerlendirmek durumundadır artık. Ardından değerlendirdiği ikinci ipucu setini kavramak için bu sete eşlik eden üçüncü bir ipucu setini de değerlendirmek durumundadır. Böyle böyle kavranması ve değerlendirilmesi gereken ipucu setleri içinde kalan özne sonsuz bir döngüyle karşılaşmaktadır. Sonuç olarak, özne, güçlü çıkarımsalcılık yüzünden, asla sona ermeyecek ve öznenin tek bir düşünceyi bile kavramasına izin vermeyecek bir döngüyle yüzleşmektedir.
Öte yandan, güçlü çıkarımsalcılık, tanılamaksızın öz-bilgi (self-knowledge without identification) edinmenin imkânını görmezden gelmektedir. Kişi bazı deneyimleri tecrübe ettiğini fark edip onlar hakkında sırf onları tecrübe ettiği şekliyle de bilgi edinebilir. Zira kişi, bu deneyimleri tanılamak için gerekli kavramsal beceriyi çeşitli sebeplerle kullanmayabilir veya kullanamayabilir. Örneğin, bu deneyimler anlaşılması zor olabilir veya onları tanılamak için yeterince ipucu bulunmayabilir. Öyleyse kişi, muğlak fenomenal durumları ayırt ederek, işaret zamirleriyle kavramsallaştırarak ve sonucu kendine atfederek deneyimleyip onlar hakkında bilgi edinebilir. Ne de olsa kişinin bilinçli deneyimlerinin farkındalığı per se tanılamaya bağlı değildir; tanılama, kişinin farkındalığının içeriklerini ayırt etmeye hizmet etmektedir. Lawlor’un örneği burada hatırlanmalıdır. Katherine ad veremediği zihinsel durumların anlaşılmaz bir karışımını deneyimlediğini biliyordu. Bu yüzden ilk olarak tanılamaksızın öz-bilgi edindi[2]. Bir diğer deyişle, tanılamaksızın öz-bilgi edinmek seçim yoluyla veya ipucu yokluğu sebebiyle mümkün olduğu halde güçlü çıkarımsalcılık bu öz-bilgi türünü açıklamamaktadır.
Bu itiraz birkaç örnek vererek daha açık kılınabilir:
-
Kişi bir deneyimin kimliğine dikkatini vermemektedir. Bu nedenle bu deneyimi tanılamaz ve onun hakkında, işaret zamirlerini kullanarak, en saf haliyle konuşmayı seçer. Sonuç “Ben bunu deneyimliyorum” şeklinde olabilir. Bu yargı verilirken herhangi bir ipucundan yararlanılarak çıkarım yapılmamaktadır.
-
Kişi aynı anda pek çok muğlak ve farklı türden deneyim tecrübe etmektedir. Kişi deneyimlerinin muğlak doğasına anlam vermemeye karar verir ve onlardan topyekun ayırt eder, onları işaret zamirlerinin yardımıyla kavramsallaştırır ve bu şekilde kendine atfeder. Sonuç “Ben bunları deneyimliyorum” şeklinde olabilir. Bu yargı verilirken de herhangi bir ipucundan yararlanılarak çıkarım yapılmamaktadır.
-
Kişi bazı rahatsız edici hisler deneyimlediğinden emindir, ancak bu hisler o kadar muğlaktır ki onları hiçbir kategoriye sokamaz veya sokmaya uğraşmak istemez ve onlardan işaret zamirleriyle bahsetmeyi seçer. Sonuç “Ben bu rahatsız edici hisleri deneyimliyorum” olabilir.
4. Sonuç
Güçlü çıkarımsalcılık hem görece önemsiz hem de gayet temel sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunlardan kaçmak için bu yaklaşımın yapabileceği manevralar çelişkili olduğunu göstermektedir. Üstelik güçlü çıkarımsalcılık sonsuz gerileme problemine yol açmaktadır. Sonuç olarak, zihnin bazı imkânlarını açıklayamadığı, çelişkili olduğu ve sonsuz gerileme problemine yol açtığı için bu yaklaşım savunulamazdır.
Bu metni yüksek lisans tezimden hareketle yazdım. Güçlü çıkarımsalcılığın en önemli yanlarını yazmakla yetindim. Yazmadığım kısımlara dair karşı argümanları dışarıda tuttum. İçe bakış ve düşünceler hakkındaki kısımlar metnin kapsamı dışında kaldığı için onlara da yer vermedim. Tezimi şuradan okuyabilirsiniz: https://eplus.uni-salzburg.at/obvusbhs/content/titleinfo/9712940 ↩︎
Daha fazlası için bkz. Gertler (2001), Chalmers (2003) ve Pedrini (2018) ↩︎
Kaynakça
- Baars, B. (1988). A Cognitive Theory of Consciousness. Cambridge: Cambridge University Press.
- Baars, B. J., Geld, N., & Kozma, R. (2021). Global Workspace Theory (GWT) and Prefrontal Cortex: Recent Developments. Frontiers in Psychology, 12, pp. 1-6.
- Boghossian, P. (1989). Content and Self-Knowledge. Philosophical Topics, 17, pp. 5-26.
- Carruthers, P. (2009). How We Know Our Own Minds: The Relationship between Mindreading and Metacognition. Behavioral and Brain Sciences, 32, pp. 121-138.
- Carruthers, P. (2011a). Knowledge of our own thoughts is just as interpretive as knowledge of the thoughts of others. In G. Comstock, P. Shipton, S. Haslanger, and W. Lycan (Eds.), On the Human Forum. https://nationalhumanitiescenter.org/on-the-human/2011/10/knowledge-of-our-own-thoughts/
- Carruthers, P. (2011b). The Opacity of Mind. Oxford: Oxford University Press.
- Cassam, Q. (2014). Self-Knowledge for Humans. Oxford: Oxford University Press.
- Chalmers, D. (2003). The Content and Epistemology of Phenomenal Belief. In Q. Smith and A. Jokic (Eds.), Consciousness: New Philosophical Perspectives (pp. 220-272). Oxford: Oxford University Press.
- Gertler, B. (2001). Introspecting Phenomenal States. Philosophy and Phenomenological Research, 63, pp. 305–328.
- Lawlor, K. (2009). Knowing What One Wants. Philosophy and Phenomenological Research, 79, pp. 47-75.
- Pedrini, P. (2018). The ‘Crux’ of Internal Promptings. In P. Pedrini and Julie Kirsch (Eds.), Third-Person Self-Knowledge, Self-Interpretation, and Narrative (pp. 51-72). Cham: Springer.
- Schwitzgebel, E. (2019). Introspection. In E. Zalta (Ed.), Stanford Encyclopedia of Philosophy, https://plato.stanford.edu/archives/win2019/entries/introspection/
- Wilson, T. D. & Dunn, E. W. (2004). Self-Knowledge: Its Limits, Value, and Potential for Improvement. Annual Review of Psychology, 55, pp. 493-518.
Yorumlar ()